29 Mart 2012 Perşembe

Kütüphane

 Keşke o alman yazar o kitabı yazmasaymış.
 güzel ve de güneşli bir pazar sabahı. Ne kadar da güzeldi. Gökten sürekli birşeylerin düştüğü zamanların içindeki bu pazar sabahında gökten sadece güneş ışıkları geliyordu. etrafın  çok fazla sarı olduğu söylenemese de yine de fena sayılmazdı.
  Bir tepenin üstünde bekledim rastgele bir aracı. Rastgele bir araç aldı götürdü beni. rastgele bir durak da durdum yine rastgele bir toplu taşıma aracına bindim. Karın ne kadar çok yakıştığıyla ilgili şiirin yazıldığı bu kentin hiç tahmin edemeyeceğim bir yerinde indim. yanıma içimdeki diğer yanı alıp başladım yürümeye. insanların tatil günlerinin keyfini çıkardığı güzel yerlerin ve yüksekliği 3 katın geçmediği güzel ve de sakin sokakları ardarda geçtim diğer yanımla.
  birden karşıma dünyada tam ortada kalmış ülkedeki en büyük çıktı. Mezarı çevreleyen alçak duvarların kenarında buldum kendimi. Oraya kadar nasıl gitmiştim ben. kabataslak bir hesap yaptığımda baya baya yürümüş olmam gerekiyordu. bacaklarımdaki hafif sızlamayı hissettiğimde farkettim nekadar yürüdüğümü.
  başımı çevirdiğimde kurşun askeri gördüm. Galiba ömrünün ikinci on yılının henüz başındaydı. boyu 170 e gelmemişti daha ve çok küçüktü. kafasında da şu er ryan ı kurtarmaktaki çıkarmada askerlerin giydiği yarım dairelerden vardı. yarım dairenin içinde kafası acayip küçük görünüyordu. üzerinde yine sanki ikinci dünya savaşından kalma gibi duran dizlerinin bir karış altına kadar i,nen koyu yeşil bir palto vardı. elinde de boyunun üçte ikisine tekabül eden ve yine ikinci dünya savaşı surlarında icat edilmiş bir tüfek vardı.
  bakışları apayrı bir alametti. Beni görünce dik dik bakmaya başladı. galiba benim paltom onunkinden güzel olduğu için kıskanmıştı. ya da o paltosunun omzunda yıldızları olan amcaların evlerinin olduğu bir bölgenin içinde durmak zorunda olduğu için ve benimde ayaklarım sızlayana kadar yürüyebilecek kadar özgür olduğum için de kıskanmış olabilir. Kurşun asker ayaklarımın sızladığını nereden biliyordu ki. ayaklarım çok mu belli ediyordu acaba.
   Hafifce gülümsedim kurşun askere. Ben gülünce o sağ eliyle silahı biraz sıktı. Canımın tehlikede olabileceği ufacık ihtimali hisseden sezgilerim de benim oradan uzaklaşmamı söyledi. kurşun asker kesin arkamdan bakıyodur. ya paltomu ya da yürümemi kıskanıyordur yine.
  kütüphane geldi önüme. çocukken de severdim hala severim. kütüphane de ilkokul öğretmenim bir kitap çıkarmıştı raftan. bu kitap güzel mi diye sormuştu oradaki görevli bıyıklı adama. bıyıklı adam hep bildiğim hafifce şişman çok iyi niyetli bir teyzenin kocasıydı ve o kütüphanin müdürü olduğu içinde yaşım küçük olmasına rağmen beni oraya üye yapmıştı. o yüzden hep sevmiştim onu. sonra kitabı görünce ben onu okudum dedim. biraz da anlattım kitabı. dik dik baktı bana kurşun asker gibi. Çok bilmişlik taslama dedi. utandım ben de. çünkü ogün ben ödevimi yapmamıştım ve cetvelle elime vurmuştu. Ama ben okul ödevlerinin hiç sevmedim. ve genelde yapmamda.
  Pazar gününün bu şimdilik sakin şehrindeki kütüphane çok daha büyüktü. benim gittiğim kütüphanede herkes birbirini tanırdı. ama buradakilerin pek birbirlerini bildiklerini zannetmiyorum. Sonra içimde bir suçluluk duygusu peydah etti. Daha doğrusu borçlu olmak gibi birşey. çünkü ben ömrüm boyunca hep kütüphanelere kitap almaya gitmiştim. şimdi gidip bir kitap vermeliydim.
  kitap vermenin yollarını düşündüm. kitap alacak param yoktu cebimde. Küçük toplu taşıma aracına biraz para verince cebimde çok az bir para kalmıştı ki zaten o da kitap almaya yetmezdi. bu ortada kalmış ülkede neden kitaplar bu kadar pahalı ki? İnsanın parası olmayınca beyninin farkına varıyor galiba. Çünkü ben o  an bir beynimin olduğunun farkına vardım. kitap yazabilirim diye düşündüm. Evet gidip kitap yazacaktım kütüphaneye. Kesin bir ihtimal sayılmaz belki ama orada başlayacağım bir kitap belkii birgün iyiniyetli bir yayınevi sahibi tarafından basılır ve belki birgün de o kütüphanedeki raflardan birisine koyulurdu.
  cebimdeki az paranın birazıyla gidip kağıt almaya karar verdim. paltomun çok sevdiğim sağ iç cebinde çok sevdiğim kalemim vardı. kalemin mürekkebini kontrol ettim. şimdilik bir kitap yazmaya başlayacak kadar mürekkep mevcuttu.
  etrafta kağıt alabilecek bir yer bulamadım. kağıtı kütüphaneden temin edebileceğimi düşünüp girdim kütüphanenin hiç yakışmayan sürgülü kapısından içeri. Bahçesinde kırmızı bir vosvos gördüm. kendi vosvosumu özlediğimin farkına vardım. alçak merdivenlerden yukarı çıktım. aklımda yazabileceğim kitap şekilleri belirmeye başlamıştı.
   İçeri girdiğimde herşey tepetaklak oldu. O an bitmişti neredeyse. Kütüphanenin girişi banka şubesine benziyordu. yine kalın delikli camlar falan vardı. Delikli camların arkasında da asık suratlar vardı. zaten gülümseseler bile yapmacıklıklarını saklayamayacaklardı. böyle olmamalıydı heralde bir kütüphanenin girişi. enazından bir banka şubesine benzememeliydi. daha da kötüsü vardı. delikli camların ilerisinde turnike denilen demirler bi de kızılötesi ışınlar falan yollayıp üzerinde kötü birşey var mı diye bakan dikdörtgenler vardı. işte orada herşey biraz daha bitti ve herşeyden biraz daha az kaldı. Çünkü kütüphane insanların iyiniyetle girdikleri ve birbirine gülümsedikleri bir yerdir. orası öyle değil di. belki biraz daha gidersem ortam değişir diye umaraktan yürüdüm. Siyah montlu görevi kartım olmadan giremeyeceğimi söyledi. delikli camın arkasındaki bıyıklı adamla konuşmam gerekiyormuş. bıyıklı adamı görünce sevindim. Kütüphanedeki bıyıklı adamlar beni hep içeri alırlar çünkü.
   delikli cama sesimi vermeye dikkat ederek " Ben ilk defa geliyorum" dedim. Bıyıklı adam kötü baktı bana. Böyle de olmamalıydı. " Ozaman giremezsin" dedi. Neden deim bıyıklı adama. haftaiçi gel kayıt ol dedi. ama o gün günlerden pazardı ve güzel bir gündü. Böyle de olmamalıydı. içeri giremedim ve kitap yazmaya başlayamadım. Nekadar çok istiyordum bir kitap yazmayı.
   Çıktım. Hayallerim yine hayal olmaya mahkumdu. Kırmızı vosvosa bakarak bir sigara yaktım. Yanımdan geçen kızın elindeki giriş kartını gördüm. Bukadar kötü fotoğraf çektirmek için özel bir gayret göstermiş olmalıydı. sigaram da az kaldı. param da yom zaten. O an tekrar herşeyin içi doldu. Paketimdeki boşluk yeni hayallere yer açıp biraz daha sızlamaya başlayan bacaklarım tekrar yürüdü.

bi de aklıma bir şiir geldi..

senin de biter yolun diner acılar
benim bu uğursuz yolum bittiği yerden başlar.

keşke bu şiirin şarkısını yapsalarmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder