29 Şubat 2012 Çarşamba

sefalet dizboyu

kendi ayakların üzerinde durabilmek güzel şey. insana biraz savaşcı ruhu katıyor. bişeylerle sürekli çatışma halinde oluyosun. ruhun hep kondisyonlu oluyor.
ama yorucu..
bazen de güç..
sonuçlar hep istediğin gibi gelmiyor. hiç beklemediğin, ummadığın bir engel çıkıverdi.
aha işte hapı yuttun arkadaş.
herşey yeni baştan.
para para para. 
kazanması zor. bazen kader kısmet meselesi. hatta bazen milyon da bir.
ama kontrol etmesi daha güzel birşey var.
hayaller...
tamamen sana ait. alacalı bulacalı. bazen zengin. bazen fakir. bazen fakir ama gururlu. bazen aşık. ama hayallerde hep bir ortak özellik var. bütün hayallerde hayallerin peşinden koşuyoruz aslında. dünyayı kurtaran hayaller, çok lüks bir arabayı süren hayaller... hepsinin ortak özelliği hayal.
bir romanın son cümlesini tekrar yazıyorum.
"yalanmış bu dünya, aynadaki yalan." dünya böyle işte. aynadaki yalan. aynalara inanmayan olur. hepimizin inandığı ortak yalan aynalar.. 
ne gerçek ne de yalan.
hayatta böyle (miş gibi) yapan nesneler ve insanlar var. mesela otel odaları. hep ev(miş gibi) yaparlar. ve insanlık, insan(mış gibi) yaparlar. insanlık olduğumuz şey mi yoksa büyük ideal mi?
hep ölen bir mahkum mu yoksa tepenin en üstünde yerin en altındaki elmas parçası mı?
içimiz çok garip. ikilemler hayatımızı sarmış. üçüncüye pek rastlayamıyoruz. zalim mazlum. iyi kötü, çirkin güzel. birşey zıddıyla tezahür eder.. bu sözü kabul etmek mümkün ama aklıma taklılan bir muamma var. varlık ve yokluk. yokluk var olmasa idi yok olurmuydu? yok bir varlık mı acaba. geo isimli almanya menşeili bir dergi var. gezi ve araştırma dergisi. bu derginin 2009 yılındaki sayısında dünya üzerindeki yaradan inancını araştırmışlar. türlü türlü inanç ve ibadet şekillerini incelemişler. oraddan rivayet edildiği üzere insanın içerisinde iman hormonu adını verdikleri vücudun salgıladığı bir hormon mevcutmuş. bu hormon içimizde inanmak ihtiyacını doğuruyormuş. atesitlerin durumuna gelince aslında onların da inandıklarını söylemek çok yanlış olmaz. onlarda yokluğa inanıyorlar.illa ki inanacaksın yani.
bir kitaptan bir söz: imkansız olan suyun üzerinde yürümek değil buna inanmaktır.
mevzu karışık.
bir adam varmış. çok kısa boyluymuş. hayatını hep dağınık olarak geçirmiş. çok defa mahkemelere falan çıkmış. hapishanelere düşmüş. bu adam hep dağınıkmış. hiçbirşeyi doğru dürüst yerinde değilmiş. ama hep inançlı bir insan gibi hareket etmiş. 
amerikalılar 2. dünya savaşında yalan makinesini bulmuşlar. ama bir süre sonra nazi subayları makineleri atlatmanın yolunu bulmuşlar. oynadıkları rollere kendilerini okadar çok inandırıyorlarmış ki, vücudu artık yalan söylediği zaman vermesi gereken tepkiyi vermiyormuş. 


sefalet hala dizboyu. "mucebince amel oluna" yazıyor bir kitabın kapağında. ismi de o.


















 

















































 

AYNI

    BERBAT...
Hani gerçekten berbat. kimlik bunalımı gibi berbat. kim olduğunu bilememek kadar berbat. Sokakta bulduğun paranın sahibini bulamamak kadar berbat. yani gerçekten berbat.

solda birşeyler var. İsmet Özel demiş: iki taraf olsak kartopu oynasak.
buralara 2 gündür kar yağıyor. 2 gündür hep birbirine benzer şeyler düşüyor gökten. hep aynı renk. kar bile uzun sürünce aynı geliyor.
aynı olmak ne kadar berbat. Kendini kaybetmek gibi. Bulamamak gibi. Kendini hep başkasında bulabilmek gibi.
İsyan etmek bile aynı olunca berbat. Halbuki esas böyle değil. hiçbirşey aynı değil.
Elinin altındakinin aynı olmasını istemek aczin göstergesidir. idare edememenin. Eğer bir ayın hergününün birbirinden farklı geçtiğini götdüğünde hissettiğin yorgunluk seni herşeyi tekrar düzene sokmak istiyorsa ve sen de vicdanen bunun böyle olmasını tasdikliyorsan durum çok kötü.

kurallar herkese aynı mudahele etmez.
bir kadınla bir kadın aynı değildir.
bir erkekle bir erkek aynı değildir.
bir kadınla bir erkek aynı değildir.
 bir fikir var: her zat kendisine muhterem bir alemdir. herkes bir dünya. hatta dünyalar alem.
bir tane daha: hiçbir gün birbirinin aynısı değildir.
yani:bırakın aynı olmayı. sürekli aynı şeyler yapmayı. bir günün hayatının son günü olduğunu bildiğin zaman o gün ne kadar farklı geçerdi. Ya da ne kadar heyecanlı. Hangi kurallara uyardın o zaman. Öleceğin gün kırmızı ışıkta dururmuydun? Başkasını öldürmemek için belki...
Steve Jobs söylüyor bunu: her sabah aynanın karşısına geçip bugün son günün olsayapacağın şeyleri yine de yapar mıydın? Hayır cevabını verdiğim hergün istediğim yaşamdan ne kadar uzak yaşadığımı farkettim.
NLP denilen absürt, aciz bilimin konferanslarına katılmaya anlatımlarını dinlemekle cezalandırıldım. Ne kadar komikti. Belli kabataslak anlatım eğitimlerini almış şık giyimli insanlar, bakış, tonlama, diksiyon v.s. donanımlarıyla bana daha iyi bir yaşamı öğretmeye çalışıyorlar. Ben daha iyi yaşamak istemiyorum ki? Daha iyi bir yaşam ne kadar iyidir önce bunu düşünseler keşke. İyi olan herşey gerçekten iyi midir? Medeni olan herşey medeni midir? Örneğin;bir Türk vatandaşı hiçbir zaman bir avrupalıdan daha medeni olamaz. Çünkü medeniyet diye tasvir edilen herşeyi, kuralları, kalıpları, yaşam tarzını avrupalılar ortaya çıkarmıştır. Bu onların tanımıdır. Hani bu kapının, duvar olmaya çalışması gibi birşey. Kapı ne kadar duvar(mış gibi) davranırsa o kadar duvar olur.
Söylenen herşey doğru. Yalanlar bile doğru. Hepsine inanmak lazım.